MUSTAFA ALTIKATOĞLU

MUSTAFA ALTIKATOĞLU

BİR FİNCAN KAHVENİN KIRK YIL HATRI VARDI

BİR FİNCAN KAHVENİN KIRK YIL HATRI VARDI

Kahve’nin ana vatanı Habeşistan’ın Kalfa mıntıkasıdır.

Rivayete göre bir çoban, otlattığı keçilerin her zamankinden farklı olup hoplayıp zıpladığını, mehtap da raks ettiğini görüp, sebebini merak eder. Yedikleri bir bitki sebebiyle böyle davrandıklarını fark eder. Kendi de deneyince kahveyi keşfeder. Buradan karşı kıyıdaki Yemen’e oradan da Hicaz’a yayılır. Uyku kaçırıcı hususiyetiyle ilim talebeleri tarafından rağbet görür.

Aslında kahve daha XI. asırda şarkta malumdu. İbni Sina kahvenin ilaç tesirinden ilk bahseden bilgindir. Avrupalılar başta kahveye çok direndi, doktorlar kahvenin öldürücü bir zehir olduğunu, cüzdan ve felce yol açtığını yaza dursunlar, kim dinler…

İlk satışı da eczanelerde olmuştur. Yemenin Moka şehrinde uyuza İran’da ise kolera ‘ya karşı tesirli bir ilaç olarak kullanılmıştır. Ağacın çiçekleri yasemine, meyveleri ise kiraza benzer. Çiçekler kuruyup döküldükten sonra ağacın dallarında kalan renksiz çekirdekler toplanır silkelenir, kurutulur, tahta tokmaklarla dövülür kabukları ayrıldıktan sonra kalan özü, kavrulup öğütülünce ortaya kahve çıkar.

Kahve, Hicazdan Kahire’ye geçti.1521’de burada ilk kahvehane açıldı.

Hacılar tanıştıkları bu süper içeceği memleketlerine götürdüler. Tarihçi peçevi,1554’de Halep’ten Hakem ve Şam’dan Şems adında iki kişinin, Tahtakale’de birer Kahvehane açtığını söyler. Aslında İstanbul’a gelişi az daha evveldir. Buraya yavaş yavaş ehli keyif kâtipler, şairler devrin ileri gelenleri toplandı.  Kömür mertebesine gelmiş şeyi yiyip içmek caiz olmadığı için kahveye haram fetvası veren oldu. Hükümet tütün gibi kahveyi de yasakladı. Sonra’dan kömürleşmeyip, sadece kavrulduğu anlaşılınca ulema kahveyi müptela oldu, yasakları kalktı. Kahvehaneler, birer kültür ve sanat meclisi haline geldi. Zenginler evlerinden kahve odası tanzim ettiler. Kahve saraya Sultan 4.Mehmet’dönemin’de girdi. Çok tutuldu ilk kahve, sert ve acıydı. Sonra daha hafife alışıldı.

Kahve’yi kavrulmuş ve çekilmiş satan Kemahlı Mehmet Efendi dükkânın 1871 ‘de İstanbul Tahta Kale’de açtı. Kahve’ye süt katmak XVII. asrın sonların’ da Fransız bir doktorun tavsiyesi üzerine popüler oldu. Kahvede’ ki kafein, 1820ler’de Runika keşfedildi.

Nitekim kafein, düşünceyi ve reaksiyonu hızlandırır, dikkati toparlar, konsantrasyonu arttırır, morali düzeltir. Su ile temas en uzun olduğundan en çok kafein Türk kahvesinde vardır. Kahvesi bol ise okkalı denir. Sade kahvenin yanında şeker varsa yandan çarklı adını alır. Kahvenin kavrulması mühimdir. Ne kadar kavrulursa, asidi o kadar azalır ki makbul değildir. Ağızının tadını bilenler orta ve açık seviyede kavrulmuş kahveyi tercih ederler.

Eskileri bir bildiği varmış demek ki…

Kız görmeye gidene kahve yapılır, hatta muzip kızlar, namzedin kahvesine tuz katarak kendisin de gönlü olmadığı mesajını gönderir. Şimdi içmesi ve pişmesi kolay olan çay, kahvenin yerini aldı. Neredeyse kahve unutuldu, hâlbuki eskiler bir fincan kahvenin 40yıl hatırı var derlerdi. Kahve aç karna içilmez. Kahvaltı sözü boşuna değildir. Avrupa’da kahve çörek, pasta ile yenilir. Kahvaltıya refakat eder. Tütünün zararını telafi ettiği bile söylenir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
MUSTAFA ALTIKATOĞLU Arşivi