Diyorlar ki; Bu medya yalancı, bu medya provokatör!
Şimdi anlamadığınız, medya derken yeni düzende ki sosyal medyadan mı?
Yoksa geçmişi asırlara dayanan öncesi yazılı, bugünü internet medyası diye adlandırdığımız internet gazeteciliğinden mi bahsediyorsunuz!?
Beyler; değişen dünyada gelişen teknoloji de ve son günlerde sık sık yanlışlarla özellikle kolluk güçlerinin “Terazinin topuz ayarını kaçırdığı” görülmektedir.
Özellikle ve kolluk güçlerinden sıkıntı yaşanırken, aksine onların da kendi Özlük hakları ve yaşanan son siyasi olayların akabinde psikolojileri çok bozuk olduğu aşikar!
Her ne kadar gizleseler de anlaşılan o ki; Emniyet teşkilatındaki PSİKOLOJİK SORUNLAR ve zaman zaman yapılan intihar haberleri sosyal medya paylaşımları normal yaşam hayatına da aks etmeye başlamış.
Bütün bunları yetmiyormuş gibi sosyal medyanın albenisine yakalanmış toplum, dünyada hızla yükselen “TikTok, Instagram, Facebook, Telegram ve daha nice sosyal medya platformları gerçek yazılı ve internet medyacılığını tehdit etmektedir.
Bu sorunu ise devlet erki dediğimiz devlet yöneticileri görmek istemese de acı gerçek hayatın içine iyice sinmeye başlamış durumdadır.
Gelişen ve güçlenen internet ile birlikte eline cep telefonunu alan ne olduğu belli olmayan şahıslar, sorumsuz ve kanunlara uymayan, düşünmeden pervasızca her türlü yayınları yaparken,
Sorumluların konuya duyarsız kalması gerçek medyanın da büyük problemler yaşamasına neden olmaya devam ediyor.
RTÜK ve benzeri kurumların sosyal medyada yaşanan rezillikler ve rezaletleri engellemediği, kanun uygulayıcılarının umursamadığı bu günlerde tabiri caizse “At izi, it izine” karıştığı net görünmektedir.
Tam bu noktada sosyal medya mı, gerçek gazetecilik yani basın mı? Sorun mu? Medyaya güven de artmaya devam ediyor.
Bu kâbustan nasibini sık sık, siyasiler, devlet erkleri, iş insanları ve sonunda Emniyet ve Jandarma Teşkilatlarımızda sorunun göbeğinde kalıyor. Bu noktada en büyük acı ve ızdırabı gazeteciler ve Televizyoncular yani “basın emekçileri” yaşamaktadır.
En belirgin olay dün Samsun’da yaşanan ve Gazeteci Recep Yazgan’ı ensesine terörist yakalamışçasına çöküp, yerlerde sürükledikten sonra ters plastik (bu kelepçeyi icat eden ABD ve Avrupa insan haklarından bahsetmesin. Plastik kelepçe insana işkencenin ilk adımıdır) kelepçe ile kelepçelediği sırada ki “Ben gazeteciyim, Ben gazeteciyim” haykırışlarını umursamadığı görülmektedir.
Buda eğitimi hızlandırılarak polis yapılan emniyet görevlilerinin anlaşılan o ki; psikoloji bozukluğundan ve ortamın karışıklığın da olsa gerek “gözaltı” yapan görevlileri?
Bu arada olay yerinde başka Basın mensupları da olmasına rağmen meslektaşlarına neden sahip çıkmadıkları da ayrı bir sıkıntı.
Yani birkaç görevli polis memuru ne yaptığının farkında ve bile bile medyaya basın mensubuna üzülerek belirtmeliyim ki; ‘adeta darbe indirmiş inancındayız’.
Polis ve jandarmanın algısı; Olay anında hiç kimse bizi şapkasız, palaskasız veya orantısız güç kullandığımızı çekemez.
Diğer deyimle; disiplin kuralları ve İnsan hakları kanunlarına aykırı şekilde çekemez. Bu korku da işe eklenince karşısındakinin kim olduğu çok fazla önemli olmuyor ve umursamadan kişilerin kolunu bacağını kırarcasına gözaltı yapmaya devam ediyor.
Şimdi akla şu geliyor!
Polis ve jandarmaya göre; “gerçek gazeteciler kendini korumak için onlar gibi bir üniforma mı giymeli?
Basın personeli her haber de tasma gibi kartı boynunda mı taşımak zorundadır.
Edebi ile sorarsın ona göre hamleni yaparsın.
Bu hassas noktada olaya acil şekilde İçişleri, Adalet Bakanlıkları ve elbette ki Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, “basın ve medya için çözüm üretmelidir”.
Sosyal medyanın yayıldığı ve piyasada adeta siyasilerin deyimi ile tetikçi haline gelen sorumsuzluklara ve alenen suç işlenmesine önlem kanunlarla almalıdır.
Sosyal medyaya önlem almaz ise bundan sonra gerçek gazeteci, televizyoncular ve birkaç psikolojisi bozuk polisin toplum olaylarında basın mensuplarını bu şekilde incitmeye devam edeceği acı bir gerçektir.
Bunların sona ermesi için neler yapılabilir?
Öncelikle içişleri bakanlığı ve jandarma Komutanlığı kendi personelini daha iyi ve daha titiz eğitmeli. Öyle ki polis ve Jandarmamız son dönemlerde sadece gazetecilere bu tip uygulamaları yapmıyor!
Hatırlarsanız Saraçhane olaylarında Recep Yazgan’a uyguladığı şekli
kendi meslektaşı sivil Polise de uygulamıştı!
Tüm bunlar Polis ve Jandarma Okullarındaki eğitimin net ve tam olarak verilemediği bu konularda psikolojisi bozuk görevlilerin artması nedeniyle sık sık hata yapmaya başlandığı gözlenmektedir. Bu tip olaylar görmemezlikten artık gelinemez.
Kolluk güçlerinin görevi suçu önlemektir.
Polis ne Savcı ve ne de hakim olmadıklarını iyi anlamaları gerekir.
Söylediğim gibi Polis halkın güvenliğini sağlamakla görevlidir. Güveni sağlarken suçsuz insanları da “ZAN” ile yerlerde süründürme hakkına haiz değildir.
Yine Polis ve jandarma teşkilatı olayları önlemek için basınla daha yakın ilişki içerisinde olması gerekirken, basın ters kelepçe ile alınırsa, halk neden korkmasın?
Sonuç; Samsun’da yaşanan Recep Yazgan olayı ve geçtiğimiz aylarda yine polisin sivil polisi gözaltına alınma şekli kolluk güçlerini yöneticilerini bu konularda daha hassas ve daha seri bir şekilde nasıl çözüm bulacaklarını düzeltmesi zaruridir.
Bu konuyla ilgili daha çok şey yazılabilir.
Ancak şimdilik “her musibet de bir hayır vardır” diyerek konuyu kapatmak istiyorum.
Kısacası; herkes görevini tam bilecek ve yapacak. Polis ve Jandarma da görevini yaparken unutmamalıdır ki; önce suçu önlemeli, akabinde insan haklarına uygun gözaltı yapmalı, yatağından korku ile veya yerlerde sürükleyerek gözaltı “NE İNSAN HAKLARINA, NE DE İNSANLIĞA SIĞMAMAKTADIR.”
Yazgan olayı ile Sivil Polis olayı herkese ders olması umuduyla…
Mutlu ve (sağ)-lıcakla kalın