Tarım… Bir zamanlar bu toprakların en büyük zenginliğiydi. Her sabah horoz sesiyle uyanan köylüler, güneş doğmadan tarlaya çıkardı. Ekinler, yağmurla birlikte büyür, alın teriyle berekete dönüşürdü. Bugün ise ne o horoz sesi kalmış köylerde, ne de tarlaya çıkan genç...
Tarımda çöküş sessiz bir çığlık gibi yayıldı ülkenin dört bir yanına. Önce mazot fiyatı çiftçinin belini büktü. Sonra gübre, ilaç, tohum derken maliyetler hızla arttı. Satış fiyatları ise ya sabit kaldı ya da ithalat politikalarıyla aşağıya çekildi. Üreten kaybetti, tüketen pahalıya yedi. Ortada bir garip çelişki: Hem üretici mutsuz, hem tüketici yorgun...
Bugün Anadolu’nun birçok köyünde yaş ortalaması 60’ın üzerinde. Gençler şehirde umut arıyor, kalanlar ise gözlerini gökyüzüne çevirip “yağmur duası”ndan fazlasını istiyor: Adaletli bir destek, planlı bir üretim, hak ettiği değeri gören bir alın teri...
Tarım sadece bir ekonomik faaliyet değil, aynı zamanda kültürdür, yaşam biçimidir. Bu topraklarda buğday sadece bir tahıl değil, geçmişin ve geleceğin mirasıdır. Fındık, sadece bir gelir kaynağı değil; Karadeniz’in kokusudur. Zeytin ağacı, sadece meyve vermez; köklerinde bin yıllık bilgelik taşır.
Bugün artık bir karar verme zamanıdır. Tarımı sadece “rakamlara” sıkıştırarak değil, insana ve doğaya saygı duyan bir anlayışla ele almalıyız. Yoksa çok geç olacak. Tarlalar boş kalacak, sofralar eksilecek, toprak bizden yüz çevirecek…
Köyler susmadan, çiftçinin sesi duyulmalı. Bu topraklarda yeniden filizlenmesi gereken şey sadece buğday değil; umut, inanç ve değer...