VURAL YEŞİLYURT

Betonun Gölgesinde Kalan Yeşil

VURAL YEŞİLYURT

Her gün biraz daha eksiliyoruz. Eksilen, sadece doğa değil; nefesimiz, dinginliğimiz, geleceğimiz. Şehirler büyüyor, gökdelenler yükseliyor, ama yeşil alanlar giderek daha fazla daralıyor. Son dönemde yeşil alanlarla ilgili yaşanan tartışmalar, aslında sadece bir çevre meselesi değil; aynı zamanda toplumsal bir uyanışın habercisi.

İstanbul’un, Ankara’nın ya da İzmir’in herhangi bir ilçesine baktığınızda karşınıza çıkan manzara genellikle aynı: Kentsel dönüşüm adı altında hızla yükselen binalar, asfaltla kaplı sokaklar, otomobiller için ayrılmış geniş yollar… Peki insanlar için ayrılan nefes alanları nerede? O çocuk parkı, o mahalle bostanı, o asırlık çınarların gölgesi ne oldu?

Geçtiğimiz haftalarda bir belediyenin park alanını ticari projeye dönüştürme planı sosyal medyada büyük tepki topladı. Bu, tekil bir olay gibi görünse de aslında sistematik bir sorunun yansıması. Çünkü artık mesele bir ağacın kesilmesi değil; o ağacın temsil ettiği yaşam tarzının da kesintiye uğraması.

Yeşil alanlar sadece doğa değildir; onlar hafızadır. Mahallede buluştuğumuz banktır, sabah koşusudur, yaşlı bir çiftin gölgede soluklanmasıdır, bir çocuğun çimlerde ilk adımıdır. Bunlar kayboldukça şehirler daha çok insana benzeyen ama insanca yaşanamayan mekanlara dönüşüyor.

Bir şehrin medeniyet seviyesi, yalnızca ulaşım ağlarıyla ya da konut projeleriyle ölçülmez. Gerçek gelişmişlik, o şehirde yaşayan insanların doğayla kurduğu dengeyle ölçülür. Çünkü doğadan kopan şehir, eninde sonunda insani değerlerden de kopar.

Bugün şehir planlamasında yeşil alanları bir “ekstra” değil, bir “temel hak” olarak görmek zorundayız. Tıpkı eğitim, sağlık ya da barınma hakkı gibi, yeşil alanlara erişim de bir yaşam hakkıdır. Ve bu hakkı savunmak, sadece çevrecilerin değil, bu şehirlerde yaşamak isteyen herkesin görevidir.

Unutmayalım: Bir şehrin geleceği, gökdelenlerin yüksekliğinde değil, ağaçların köklerinde saklıdır.

Yazarın Diğer Yazıları