Bizim memleketin en değerli nimetlerinden biri fındıktır. Küçücük bir yemiş gibi görünür ama hem sofralarımızın hem de ekonomimizin koca yükünü taşır. Karadeniz’in yamaçlarında, denizden esen serin rüzgârla büyüyen fındık, aslında bu toprakların insanına Allah’ın bir hediyesidir.
Eskilerden beri fındık, Anadolu’da hep kıymetli olmuş. Tarih kitaplarında, hatta Roma döneminde bile fındıktan bahsedildiğini okuyoruz. Yani bizim Karadeniz’in fındığı, yüzyıllar öncesinden dünyaya açılmış. Ama bizim için fındık sadece bir yemiş değil, aynı zamanda bir kültürdür.
Fındık zamanı gelince köyler şenlenir. Çoluk çocuk, genç yaşlı herkes bahçeye girer. Sepetler sırtlanır, imece usulü toplanır. Komşu komşuya yardım eder, kahkahalar arasında günlerce süren bir emek verilir. Fındık, yalnızca geçim kaynağı değil, aynı zamanda paylaşmanın ve dayanışmanın da sembolüdür.
Bugün Türkiye, dünyanın en büyük fındık üreticisi. Dünyada yenen her üç fındıktan ikisi bizim topraklarımızdan çıkıyor. Avrupa’nın çikolatalarında, Amerika’nın tatlılarında, dünyanın dört bir yanındaki sofralarda bizim Karadeniz fındığı var. Ama mesele sadece para değil; bu küçücük yemiş, aslında ülkemizin adını da dünyaya duyuruyor.
Tabii işin bir de zorlukları var. İklim değişiyor, üretim masrafları artıyor, işçilik sıkıntısı büyüyor. Çiftçi emeğinin karşılığını almakta zorlanıyor. Eğer sahip çıkmazsak, bu bereketli ürün gelecekte sıkıntıya girebilir.
O yüzden fındığa sadece “tarım ürünü” diye bakmamak lazım. O, hem tarihimizi hem kültürümüzü hem de ekmeğimizi bir araya getiren bir değer. Bizim yeşil altınımız.
Kısacası, fındık bizim dünümüzün bereketiydi, bugünümüzün geçim kaynağı, yarınımızın da umudu olacak. Yeter ki biz değerini bilelim, sahip çıkalım.