Yapay Zekânın Görünmez Harcamaları: Enerji ve Su
Tunahan Çekiç
Ekranlarda sohbet eden akıllı modellerin ardında, çoğu zaman gözden kaçan ama yapay zekânın hayat damarı olan iki temel kaynak var: elektrik ve su. Bu unsurlar, yapay zekânın kalbine akan kan ve onun derin nefesi gibi hantal ama vazgeçilmez bileşenler.
Bu bağımlılık rakamlara yansıdığında tablo bir hayli çarpıcı. Örneğin, GPT-3’ün eğitimi tek başına yaklaşık 1.287 MWh elektrik tüketti. Bu, ortalama bir Türk hanesinin 265 yıllık elektrik kullanımına eşdeğer bir miktar. Üstelik sürecin sonunda ortaya çıkan karbon ayak izi de yaklaşık 502 ton CO₂; bu, Samsun-İstanbul arasında 3.285 kez uçakla gidip gelmekle aynı çevresel bedeli taşıyor. Ve bu sadece eğitimin ilk aşaması. Günlük kullanımda, sorguların yanıtlanması için harcanan enerji de hiç azımsanmayacak düzeyde. Mesela, bir GPT-4o sorgusu yaklaşık 0,43 Wh elektrik tüketiyor. Bunu günde 700 milyon kez tekrar ettiğimizde, 35.000 hanelik yıllık elektrik tüketimine ve 1,2 milyon kişinin yıllık içme suyu ihtiyacına eş değer suyun buharlaşmasına neden oluyoruz.
İşte bu noktada suyun önemi tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıyor. Veri merkezlerinde işlemcilerin ürettiği ısı, çoğu zaman yüz binlerce litre tatlı su kullanılarak soğutuluyor. 100 MW kapasiteli bir merkez günde 2 milyon litreye kadar su harcayabiliyor; bu, 6.500 evin günlük su ihtiyacına denk geliyor. Ortalama olarak, her kilovatsaat elektrik üretimi için yaklaşık 1,9 litre su tüketiliyor. Dahası, bu veri merkezlerinin önemli bir kısmı su kıtlığı çeken bölgelerde bulunuyor; bu durum yalnızca teknolojiye değil, aynı zamanda yerel ekosistemlere ve topluluklara ciddi bir baskı oluşturuyor.
Peki, bu kısır döngüyü kırmak mümkün mü? Umut veren gelişmeler var. “Yeşil veri merkezleri” yenilenebilir kaynaklardan, özellikle rüzgâr ve güneş enerjisinden güç alarak elektrik açlığını yatıştırıyor. Ayrıca “havasız soğutma” (air-cooling) teknolojileri su tüketimini neredeyse sıfıra indiriyor. Atık suyun geri dönüştürülmesi, özellikle kurak bölgelerde adeta bir hayat damarı oluyor. Örneğin Microsoft’un İskoçya’daki deniz suyuyla soğutulan veri merkezi, tatlı su tüketimini %95 oranında azaltarak bu dönüşümün mümkün olduğunu gösteriyor. Bu örnek, yalnızca teknolojinin değil, çevre ve sürdürülebilirlik yaklaşımının da değişebileceğinin canlı bir kanıtı.
Tarih bize, enerji ve su kaynaklarının küresel gerilimlerin merkezinde olduğunu defalarca gösterdi. Bundan 20 yıl önce “geleceğin savaşları su ve enerji için çıkacak” denirdi; Irak’ın petrol kaynakları üzerindeki çatışmalar veya Hindistan-Pakistan arasındaki İndus Nehri paylaşım krizleri bu uyarının ne kadar gerçekçi olduğunu gözler önüne serdi. Şimdi, yapay zekânın artan kaynak ihtiyacı bu kırılgan dengelere yeni ve daha yoğun baskılar getiriyor. Dijital krallıklar büyüdükçe, gerçek dünyadaki su ve enerji gerilimleri de derinleşecek gibi görünüyor.
Sonuç olarak: Yapay zekâ ne kadar akıllı ve etkileyici olursa olsun, gelişirken harcadığı enerji ve su kaynaklarının sürdürülebilirliği gelecekte onun gerçek ölçütü olacak. Artık asıl soru şu: Elektriği ve suyu hoyratça tüketmeden büyüyebilir mi?