Temel Armutçu

Her biri rastgele olaylar gibi sunulsa da aynı merkeze çıkıyor

Temel Armutçu

Ortadoğu’da yaşanan son gelişmeler bir tesadüfler zinciri değil, dikkatle örülmüş bir senaryonun parçaları gibi ilerliyor. Suriye’de Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın konuşmasının yayın sırasında kesilmesi, Ankara’da Libya'nın askeri komutanlarını taşıyan özel jetin düşmesi, öncesinde düşen insansız hava araçları ve askeri kargo uçağımızın Azerbaycan-Ermenistan sınırında  düşmesi...  Her biri rastgele olaylar gibi sunulsa da zamanlamaları, hedefleri ve oluşturdukları algı zinciri aynı merkeze çıkıyor: Türkiye’nin elini strateji, istihbarat ve güvenlik zafiyetleri ile itibarsızlaştırarak zayıflatmak...

Ama bu tabloyu sadece dış güçlerin komplosu olarak okumak da eksik olur. Çünkü bu süreçte Türkiye’nin kendi stratejik hataları, karşı tarafın oyununu kolaylaştırdı. Yani bir yandan bölgesel kuşatma, öte yandan kendi hatalarımız, ülkeyi aynı dar alana sıkıştırdı. 

Büyük Ortadoğu Projesi döneminde Türkiye, “bölgesel güç”, “model ülke” söylemlerine fazla inandı. Bu güvenle Batı’nın geliştirdiği planları, kendi stratejik çıkarlarıyla örtüştüğünü sandı. Ancak o proje, bölgeyi yeniden dizayn etme ve ülkeleri etnik-mezhepsel fay hatlarıyla bölme projesiydi. Türkiye bu planın içinde yer alarak, farkında olmadan kendi çevresinin istikrarsızlaşmasına zemin hazırladı. 

Suriye politikası bunun en somut örneği oldu. Kriz başladığında Esad rejimini kısa sürede çökecek sanan Ankara, “bölgesel etki” hesabı yaparken sahadaki dengelerin bir anda değiştiğini fark etti. ABD’nin YPG’yi “kara gücü” olarak devreye sokması, Rusya’nın kalıcı biçimde sahaya inmesi, İran’ın sessiz ama derin manevraları… Türkiye bir anda elini zayıf, pozisyonunu tartışmalı bir noktada buldu. Bugün Suriye’nin kuzeyinde oluşan ve Türkiye’nin güvenliği için tehdit oluşturan yapıların büyümesinde bu yanlış öngörülerin payı büyük.  

Irak’ta ve Suriye’de yaşanan savaşlarla bölgelerin boşaltılması, planlı bir şekilde “Büyük Kürdistan” senaryosunun iki ayağını tamamlamış durumda. Geriye İran ve Türkiye kaldı. İran kendi iç manipülasyonlarıyla bu dalgayı şimdilik içeriye çekti; Türkiye’de ise “barış süreci” adı altında terör yapılarının siyasallaşmasına zemin hazırlandı. Bu adımlar, hem dışarıda baskı yaratmış hem de içeride milli direnç duygusunu zedelemiştir.  

Tüm bu gelişmelerin temelinde aynı fikir yatıyor: İsrail’in güvenliği için çevresinde parça parça, küçük ve yönetilebilir devletçikler oluşturmak. Bu plan, demokrasi ya da özgürlük söylemleriyle süslense de özünde bir güvenlik doktrinidir. Büyük İsrail hedefi, halkların refahı değil, bölgenin kalıcı denetimidir.  

Türkiye’nin hatası ise bu hareketi uzun süre “bölgesel liderlik fırsatı” olarak görmesidir. “Rejim değişirse biz belirleyici oluruz” düşüncesi, sahada güç kaybettikçe bir çıkmaza dönüştü. Bugün hem Suriye’nin kuzeyinde, hem Irak’ın doğusunda, hem de Kafkas hattında Türkiye’ye oynanan oyun aslında bu stratejik körlüğün devamıdır.  

Ancak bu tablo umutsuzluk tablosu değildir. Çünkü Türkiye hâlâ hem coğrafi hem tarihi hem de askeri olarak bölgedeki en güçlü aktör. Fakat artık özgüvenle sabırsızlık karıştırılmamalıdır. Gerçek güç, diplomasiyle, akılcı ittifaklarla ve sabırla korunur.  

Bu noktadan sonra Türkiye’nin yapması gereken, büyük resimdeki oyunun farkına vararak içeride birliği yeniden tesis etmek ve dışarıda duygusal reflekslerle değil stratejik akılla ilerlemektir. Çünkü Ortadoğu yeniden şekillenirken yapılan her hata, gelecekteki on yılın kaderini belirliyor.  

Bugün yaşadıklarımız, geçmişteki yanlış hesapların bir faturasıdır. Eğer ders alınırsa, aynı hataları tekrarlamamak mümkün olur. Çünkü bu coğrafyada ne tesadüf vardır ne küçük hata. Her yanlış adım, bir sonraki kuşatmanın zemini olur.  
Ve bu kez tahammül payı kalmamıştır: Türkiye ya aklını merkeze alacak, ya da başkalarının haritasında bir dipnota dönüşecektir.

Yazarın Diğer Yazıları