Türkiye’nin tarihinde bazı gerçekler vardır ki, hiçbir koltuk, hiçbir makam, hiçbir unvan onları gölgeleyemez. Çünkü bu milletin vicdanı, en yüksek mahkemedir. İmralı’ya giden her adım, devletin değil milletin terazisinde tartılır; o terazide en ufak bir sapma bile “ihanet” olarak kayda geçer.
Bu millet, vatan toprağını namusu bilmiş, bir karışını bile teslim etmemek uğruna evladını toprağa vermekten çekinmemiştir. Şehit analarının gözyaşı kurumamış, gazilerin yaraları henüz kabuk bağlamamışken; kim olursa olsun, hangi niyetle giderse gitsin, İmralı yoluna düşen herkes milletin vicdanında hükmünü çoktan almıştır.
Bazı çevreler, “barış”, “çözüm”, “diyalog” gibi süslü kelimelerle gerçeği perdelemeye çalışabilir. Oysa bu millet, terörün kirli yüzünü, şehit cenazeleriyle, bayrağa sarılı tabutlarla görmüştür. Barış, hainin kapısında aranmaz; çözüm, teröre meşruiyet kazandırmakla bulunmaz. Teslimiyetin adı hiçbir zaman barış olmamıştır, olmayacaktır da.
“İletişim” bahanesiyle vatanın değerlerinden taviz veren her girişim, tarih sahnesinde kara bir leke olarak kalacaktır.
Bugün kim İmralı’ya gitmeyi aklından geçiriyorsa, bilsin ki o yol bir ada yoludur ama sonu vicdan mahkemesinin kapısıdır. Çünkü milletin hafızası unutmaz, unutturmaz.
Artık karar verilmiştir:
Vicdan mahkemesi toplanmıştır, hüküm kesindir.
İmralı’ya kim giderse gitsin, bu milletin kalbinde müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır.