Son yıllarda Türkiye’de evliliklerin süresi kısalıyor, boşanma oranları ise her geçen yıl artıyor. Bu durum yalnızca bir istatistik değil; toplumun yapısında, değerlerinde ve bireylerin beklentilerinde yaşanan derin değişimlerin yansıması.
Eskiden evlilik, “ömür boyu sürecek bir birliktelik” olarak görülürdü. Bugün ise birçok kişi için evlilik, “uyum devam ettiği sürece sürecek bir sözleşme” haline geldi. Bu dönüşümün ardında sadece bireysel tercihler değil, ekonomik, kültürel ve dijital çağın getirdiği toplumsal değişimler var.
Geçim sıkıntısı, işsizlik, borç yükü… Aile içindeki huzurun ilk düşmanı çoğu zaman ekonomik baskı oluyor. Kadınların iş gücüne daha fazla katılmasıyla birlikte, geleneksel roller de değişti. Ancak birçok aile bu yeni dengeye ayak uydurmakta zorlanıyor. Artık yalnızca “geçindiren erkek” değil, “eşit sorumluluk paylaşan bireyler” dönemi başladı. Bu dönüşüm, bazı evlilikleri güçlendirirken, bazılarını yıpratıyor.
Teknoloji insanları birbirine bağladı ama aynı zamanda uzaklaştırdı. Sosyal medyada geçirilen uzun saatler, çiftlerin birbirine ayırdığı zamanı azalttı. “Birlikte yaşayıp ayrı dünyalarda olmak” modern çağın en büyük paradoksu haline geldi. Evlilikte samimiyet, yerini paylaşımlara; konuşmak ise yazışmalara bıraktı.
Artık her şey hızla tüketiliyor: bilgi, moda, ilişkiler ve ne yazık ki evlilikler de. İnsanlar, sorunlarla mücadele etmek yerine “yenisini bulurum” mantığıyla hareket ediyor. Oysa sağlıklı bir evlilik, emek, sabır ve karşılıklı anlayış gerektirir.
Eskiden büyük aile yapısı, evli çiftler için bir denge unsuruydu. Bugün bireysellik ön planda. Çiftler yalnızlaşıyor, destek alamıyor, sorunlar büyüdükçe çözüm kanalları daralıyor.
Bazı evlilikler artık sevgiyle değil, çıkar, statü ya da dış görünüşle kuruluyor. Oysa sevgi temeli olmayan hiçbir evlilik uzun ömürlü olamaz.
Boşanmalar, bir toplumun değer aynasıdır. Evliliği yeniden “birlikte büyümek ve olgunlaşmak” olarak tanımlayamadıkça, istatistikler ne yazık ki artmaya devam edecek.
Gerçek çözüm, bireyleri suçlamakta değil; sağlıklı ilişkileri teşvik eden bir kültür ve eğitim anlayışı geliştirmekte yatıyor. Çünkü güçlü toplum, güçlü aileyle mümkündür.