KIYMETLİYDİ HER ŞEY

S.M.M.M İLKNUR ÇAKIR

Tüm yokluklara rağmen mutlu çocuklardık biz.

 Hasret duyduğumuz elbiseler, oyuncaklar, çikolatalar vardı. Yağmur soğuk demeden sokaklarda oyun oynayan, yılda bir kez ya da birkaç kez çikolata, şeker yiyebilen, bisikleti olandan yalvar yakar 1 tur atayım diye yalvaran çocuklardık biz.

Bayram öncesi kıyafetleri odanın en güzel yerine serip sabaha kadar uyuyamayan çocuklardık biz. Kıyafetlerimiz miras gibi büyükten küçük kardeşe hatta komşu kardeşlerimize kalırdı.

Oyuncaklarımızı kendimiz yapardık, kimi zaman mısırdan, kimi zaman topraktan, taştan, kimi zaman annemizin diktiği kıyafetlerden arta kalan kumaşlardan…

Sokağımızda cıvıl cıvıl çocuk sesleri hiç eksik olmazdı. Sokaklarda akşam ezanına kadar oyun oynar yine de eve gitmemek için direnirdik. Yakar top, yedi taş, beş taş, ip atlama, mendil kapmaca, yağ satarım, saklambaç gibi oyunlar oynardık. Tek teknolojik oyunumuz tetristi.

 Platon, “Bir saatlik bir oyun, kişi hakkında bize bir senelik iletişimden çok daha fazla bilgi verir.” diyerek, çocuğun yetenek ve ilgi alanlarının oyunla ortaya çıktığını ve oyunun güçlü bir iletişim şekli olduğunu belirtmiştir.

Ebeveynlerimiz kaygısızdı, çocuklarımızı kimlerden, nelerden koruyalım endişesi taşımazlardı.

Komşunun verdiği o salçalı ekmeğin tadına doyum olmaz, aynı bardaktan bilmem kaç çocuk su içerdik. Televizyonu olan komşuya film izlemeye gider o küçücük odaya tıka pasa oturur izlerdik.

Minik ellerimizle çorba taslarını alır o çocuksu yüreğimizle gülümseyerek komşularımıza dağıtırdık.

Karnımızı doyurmak için ilk nerede yemek piştiyse orda bulurduk kendimizi.

Gazetelerden kupon biriktirir ansiklopedi alan, bulmaca çözen çocuklardık biz.

Siyah önlüklerimiz kolalı yakalıklarımız ve kurdelelerimiz vardı. Andımızı bağıra bağıra söyleyen çocuklardık biz. 

Sinek ilacı arabalarının ardından koşan, saat sorulunca “eti kemik geçiyor” diyen, hatıra defterlerine yazı yazan, aldığımız ekmeğin ucunu tırtıklayan (ki hala öyleyim) çocuklardık biz.

Kışlar evimizde pek sıcak geçerdi. Sobanın üzerinde; fokurdayan çay, yemek, fırınında; patates, ekmek, kestane… nasıl da lezzetliydi.

İnternetsiz büyüdük ama çok mutlu çocuklardık biz. Bilmezdik şikâyet etmeyi, bunalımlara girmeyi, can sıkıntısını. Her şeyde bir güzellik, bir espri bulur, küçük şeylerle mutlu olmasını bilirdik. Kaybetmemek için sıkı sıkı sarılırdık ekmeğimize, sevdiklerimize.                                        

Biraz da ezber bozan yeni nesil Z Kuşağına değinecek olursak; bizim zamanımızda çocuklar böyle değildi diyoruz. Z Kuşağı çocukları teknolojiyle doğup teknolojiyle büyüyen çocuklar. Bilgisayar ve dijital teknolojiyi çok yoğun kullanan bu kuşak; dışarıda çok zaman harcamaz, takım çalışması yerine bireysel hareket etmeyi sever. Erken yaşta eğitim almaya başlayan bu kuşak, daha hızlı zihinsel gelişim göstermenin yanında aceleci ve sabırsızdırlar. Bilgiye hemen ulaşmak isterler. Sosyalleşmeyi sosyal medya aracılığıyla sağlarlar. Oyuncak yerine akıllı telefon, tablet, ipad, boya kalemleri gibi endüstriyel ve yapay materyalleri kullanıyor. Büyük bir çoğunluğu varlıklarını YouTube’da gösteriyor.

O kadar muhteşem teknolojiyi kullanıyorlar, o kadar muhteşem yeniliklerle uyum içindeler ki geleceği harika inşaa edeceklerine inancım sonsuz.

Arthur Schopenhauer o kadar güzel ifade etmiş ki; “Çocukluk, hayatımız boyunca özlemle geri dönüp baktığımız masumiyet ve mutluluk dönemi, hayatın cennetidir, kayıp cennet...”

İçinizdeki çocuğun güzel yaşayacağı günler dileklerimle

Sağlıkcakla!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.