Eski Toprağın Hikâyesi
Şimdi dönüp bakınca, tarım dediğimiz şeyin sadece toprakla, ürünle alakalı olmadığını, aslında hayatın ta kendisi olduğunu daha iyi anlıyorum. Çocukken, yaz tatillerinde dedemin köyüne giderdik. Sabahın köründe uyanıp güneşin ilk ışıklarıyla tarlaya çıkılırdı. Toprak kokusu, ayaklarınıza yapışan çiğ, ellerinize bulaşan çamur… Şimdi bunları düşününce insanın içine bir huzur doluyor. Ama o zamanlar kim huzur arıyordu ki? Çocuk aklımızla oyun peşindeydik.
Dedem, hep “Toprak, insana benzer” derdi. “Seversen karşılık verir, terk edersen küser.” O zamanlar bu sözlerin ne anlama geldiğini bilmezdim. Ama şimdi anlıyorum; toprak sadece ekmek veren bir şey değil, aynı zamanda hayatı anlamlandıran bir öğretmen.
Bir keresinde, dedemle buğday hasadına gittik. Orakla biçerdik, el emeğiyle toplardık. Her şey sabır işiydi. Şimdiki gibi makineler yoktu. Ama o sabır, insanı olgunlaştırıyordu. Dedem, bir avuç buğdayı avuçlarına alır, uzun uzun bakardı. “Bu, bizim alın terimiz” derdi. “Bu buğday, sadece ekmek değil, bizim geçmişimiz, bizim geleceğimiz.”
Yemek zamanı geldiğinde soframız bir şenlik yerine dönerdi. Bir tencere bulgur pilavı, bir tas ayran… Ama o sofrada oturan herkes mutluydu. Çünkü o yemek, herkesin emeğinin ürünüydü. Şimdi marketten aldığımız ekmeğin ne anısı var, ne de tadı. İnsan emeğini kaybetti mi, kıymeti de kaybediyor.
Köyde, tarla işi bittikten sonra akşamları herkes bir araya gelirdi. Analarımız, ninelerimiz çalı süpürgeleriyle avluları temizler, çocuklar saklambaç oynardı. Babalar ise gün batımını izlerken çaylarını içerdi. İnsanlar konuşurdu. Dertlerini paylaşır, neşelerini çoğaltırdı. Şimdiki gibi her biri ekranın başına gömülüp yalnızlaşmazdı.
Sonra zaman değişti. Traktörler geldi, makineler tarlaları doldurdu. İnsan emeği yerini teknolojiye bıraktı. Kolaylaştı her şey ama ruhunu kaybetti. Şimdi köyler bomboş. O topraklarda ne oynayan çocuklar var ne de akşamüstü tüten dumanlar. Bir avuç buğdaya eskiden baktığımız gibi bakmıyoruz artık.
Bugün büyük marketlerde tarım ürünleri satılıyor ama kimse o ürünün hikâyesini bilmiyor. O buğdayın, o domatesin, o zeytinin ardında ne emekler, ne insanlar olduğunu bilmiyoruz. Ve belki de asıl kaybettiğimiz şey bu. Toprağın hikâyesini unutuyoruz.
Eğer bir gün gerçekten toprağa dönmek istiyorsak, sadece ekip biçmek yetmez. Onun hikâyesini yeniden öğrenmek, ona yeniden saygı duymak gerekir. Çünkü toprak, sadece ekmek vermez; ruh verir, hayat verir. Ve biz o ruhu kaybedersek, insanlığımızı da kaybederiz.
İşte bu yüzden… Eski toprakların bize anlattığı o hikâyeleri unutmamak, o hikâyeleri yeni nesillere anlatmak lazım. Yoksa her şey elimizden kayıp gider, farkına bile varamayız.
Toprakla kalın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.