Ben adam sanmıştım
Ama meğer içi başka, dışı başkaymış.
Yani anlayacağınız, karpuz diye aldık; çelek çıktı.
Sözleri ballı, gözleri cilalıydı.
Ama içinde ne adamlık vardı, ne haysiyet…
Meğer sadece tüy kabartısıymış. Kendi sesine âşık, aynada kendi suretine tapan bir sahne adamı. Rolünü oynadı, repliklerini söyledi, sonra perdeyi kapatıp gitti.
Adam dediğin; omuz olur, yük alır.
Adam dediğin; yola çıktığını yolda bulduğuna satmaz.
Ama o ne yaptı?
Kendini usta sandı, bizi çırak belledi.
Kullanmayı bildi, işi bitince yol vermeyi de.
Ama bak şimdi… kendi yolunu bulamıyor. Çünkü yoldan çıkmış.
Ben artık şunu öğrendim:
Herkese “adam” denmez.
Boyu posu, cüzdanı dolusu değil mesele.
İnsan dediğin; kalbiyle adam olur, duruşuyla belli eder kendini.
Birine değer biçmeden önce, bakacaksın nasıl davranıyor en değersiz sandığına.
Çünkü bir insan, ancak kimse izlemiyorken kim olduğunu belli eder.
Bu da öyle oldu.
Meğer bazıları sadece “gelip geçmek” için varmış.
Kalmak gibi bir niyetleri yokmuş ama gelirken öyle bir bakar, öyle bir konuşur ki… kalbini kapıdan içeri attırır.
Sonra?
Ardına bile bakmadan gider.
Ne uğruna gittiğini bilir, ne de ardında ne bıraktığını.
Bense uzun süre sorguladım:
"Nerede hata yaptım?"
"Acaba fazla mı iyi davrandım?"
"Çok mu inandım?"
Ama şimdi anlıyorum…
Sorun fazla sevmek değilmiş.
Sorun, yanlış kişiye değer vermekmiş.
Artık birine "adam" demeden önce, geçmesi gereken yer sadece kalbim değil.
Vicdan terazime çıkacak, karakter sınavından geçecek.
Çünkü öğrendim:
Boy pos değil, laf cambazlığı değil, sosyal medya kahramanlığı hiç değil.
Adamlık; sessizken, yalnızken, karşısındaki hiçbir çıkarı yokken belli olur.
Birine güvendin ve yandın mı?
Kendini suçlama.
Sen yanlış yapmadın.
Sadece doğru olduğunu sandığın biri, maskesini geç çıkardı.
Ve unutma:
Fos çıkan adam, aslında hiç yanmadı.
Sadece sen ışığını verdin ona.
Şimdi ışığını geri al ve yoluna devam et.